19.11.2020
iltihaplanmış bir yara mı benim düşlerim
senin yüreğinden geçerken paklanacak
sen böyle yalnızken kırık dünya atlasında
senin dünyaya ilişkin nedenlerin yokken
bir serseritakımı gibi durdu yıldızlar
ve düşünmedi samanyolu’nun haytalığını
ben bu geçeceğim yolları dinlemedim senden
bir silahın nasıl patlayacağını işitmedim hiç
silah ki mermiden dolu bir akciğerle nasıl sürdürdüyse yaşamını
aynı metalik merakla aradım gözpınarlarını
oturup iki bilge gibi konuşmadık hiç
gece bizi emzirirken sigara içtiğimiz balkonda
diyemedim sana, insan
tanrının vurulduğu yerde açan çiçektir
onun kanıyla var olan, kansızlığıyla pekişen
diyemedim sana, inanç
senin gururlu gözlerinden ötesine inanmadığım
bir ölüm armağanıdır anca
ölümü sorsaydın bana, sönen gözlerine uzanan
iş tutan ellerimin parıltısıdır diyecektim
alnını öptüğüm dudaklarımdır göreceğin melek
iki kanadının arası gözlerinden ıslak
yaşam sözgidimi, o uzak olasılıkların toprağı
sen sallanırken balıkçı teknende
ellerinde kükreyen kürekler gibi titreyen deniz
nerede kesiştiyse o gece karanlıkla
derdim ki işte bunun ötesidir yaşam
yaşam, işte, zıpkınla vurulmayacak kadar saydam
paslı korkuluklarına saplandığımız bu balkon
ne kadar gür bir kiraz ağacına komşuysa da
hanidir enkaz olmuş bir oğlanındır
meyvesini hiç yemediğimiz bu ağaç kadar hatta
ağlatıldığında bir esmer oğlan doğduğun yerlerde
yaş kadar kan eski bir anadolu tanrısından akarmış
oysa senin ağlamamaklığın, o tunç yüzünün berraklığı
kaç tanrıyla kucaklaştı
bir restoran taburesinde yarım yamalak
bilgelik gibi değildi şüphesiz sendeki suskunluk
kendi içinde bir ömür kendisiyle bile konuşmayan
anlatmayan zamanın gömleğinden kopan düğmeleri
yaşamın o unutkan belleği yanıtlar sunmayan
soğuk yedikçe filizlenen ellerinden öptüğüm
sen öldüğünde dünya kaç gram kalacak